BEŞPINAR TEPESİ


Beşpınar tepesinden İzmit körfezi İstanbul ve Yalova  ışıkları. Öndeki otlardaki kızıllık kamp ateşinden,
havadaki uçak çizgileri gibi izler kıvılcımlardan kaynaklanmaktadır. SonyDSC F717 f:2 / tiripodla 30 saniye.
 

Minibüsten Yalova - Güneyköy de indikten sonra "lay lay lom" bir yürüyüş ile kamp yerine varmayı düşünen bendeniz için yukarıda görülen fotograftaki yüksekliğe çıkmak için tırmanışa başladığımızda başıma gelecekler dank etmişti  ama hem iş işten geçmişti, hem de daha başlangıçta ekip lideri Atilla ve yeni tanıştığım Lütfü ile Güven'de mızıkçı bir tip imajı yaratmak istemedim. Ancak içimden Murat İrfan'a saydığım sevgi! sözcüklerini yanyana eklerseniz, sanırım burdan Afrika'ya kadar köprü olurdu.

Şimdi olay şu: Ben Murat İrfan'a, okul öğrencilerine -ki bunlar 7 ve 8. sınıf öğrencileri oluyor.- Bir doğa yürüyüşü parkuru seçelim dediğimde kader ağlarını örmeğe başlamıştı. "Abi" dedi; "Atilla ULAŞ ( Kendisi AKUT'un kurucularındandır.) bir guruba Yalova Kurtköy taraflarında 4 ayrı yeni parkur dolaştıracakmış. Haydi biz de onlara dahil olalım. hangisini beğenirsek öğrencileri oraya götürürüz." Nerden bileyim başıma gelecekleri. "İyi" dedim. Bizim Murat İrfan, hiç sormamış parkur nereleri?, kimlerle gidiyor? diye. Bize yüklendirdi gereksiz Çadır, koca bir akülü araba feneri, tüplü lamba (gece kalacağız ya...Lazım olur dedik.) yedek giysiler gibi ağırlıkları. Bir de yetmezmiş gibi Yalova'dan bir yığın yiyecek aldık. Sanki mangal partisi düzenliyeceğiz. Bir şişe şarap bile aldık. Üstelik bunları koyduğum sırt çantası da Murat İrfan'ın dandik çantası. "Murat" dedim. "Bana zaten başka zaman da lazım olacak iyi bir sırt çantası satın alayım." "Yok abi, gerek yok" dedi. Benim çantamla idare ederiz." Bu sözcükler biraz sonra anlatacağım yürüyüşün her beş dakikasında kulaklarımda çınlarken gözümün önüne Murat İrfan'ın çarmıha gerilmiş görüntüsü geliyordu.

Güneyköy'den yürüyüşe başladığımızda güneş batmak üzere idi. Onbeş dakikalık yürüyüşten sonra tırmanışa 45 derecelik bir açı ile başladık. Hava karardığında artık eğimin açısını göremiyordum ama yüzümde boncuklanan terler iki büklüm tırmanmamdan dolayı damlaya damlaya gözlüklerimin camında  ter gölcükleri oluşturduğundan düz bir yer gitmediğimizi anlamam zor değildi. Üstelik ayaklarım geri geri gitmeye başlamıştı bile. Atilla önde, biz arkada ha babam de babam tırmanıyoruz. Bir yandan su tüketiyoruz bir yandan ter atıyoruz. Bu sırada Hayriye ve ben sevgi sözcüklerimizi! eksik etmiyoruz. Atilla insafa gelip iki dakka mola veriyor.  Oleeey..

Akşamın zifiri karanlığında ormanın içinde bir patika tutturmuş gidiyoruz ama her an başka bir patika ile yönümüzü şaşırmamız mümkün. Neyse ki Atilla da GPS var. Sık sık durup yön tayini yapıyor. Benim taşıdığım fenerin ışığı fazla geldiğinden Atilla patikayı kaybetmemek için söndürttü. Artık her adımda bir salavat getirir oldum. Çünkü; patikada düşen yaprakların arasında dal ve kaya parçaları olduğu yetmiyormuş gibi ormandan ağaç toplayanların kesip attığı dallardan oluşan tuzaklar da var. Sık sık takılıp tökezlemekten çıkarttığımız ünlemeler ormanın içinde yankılanırken ev sahiplerini rahatsız etmiş olacağız ki çakallar da ünlemelerimize çığlıkları ile yanıt vermeye başladı. Neyse gözlerimiz alıştı... patikayı görebiliyoruz. Ama biraz önce sözünü ettiğim tuzakları görmek için çakal gözü lazım. Eminim yakında o da olur. Saat 22:00 oldu hala yürüyoruz. Bu şekilde devam ederse evrim geçirip çakal gibi gece görüşe sahip olmamız yakındır.


Taşocağı soluklanması. Arkada İznik gölü. Biraz sonra tırmanışa başlıyoruz. Soldan sağa: Lütfü,Güven,Murat İrfan,Hayriye,Atilla


Beşpınar tepesinden güneydoğu yönüne bakışta, yıldızlar ve yakındaki yerleşimden gelen ışıklar 30 saniye pozlaması ile bu halde görüldü.


Beşpınar tepesinden kamp ve manzaranın görüntüsü.


Keşif Dağçılık ve Doğa Aktiviteleri Kulübü kamp ateşi başında

Nihayet Beşpınar tepesi eteğine vardık. Bizden önce gelen Yalova'dan "Keşif Dağçılık ve Doğa Aktiviteleri Kulübü" ekibi ile buluşma noktamız olan su kaynağını bulduk ama ortada su yalağındaki kurbağalardan başka kimse yoktu. Kurbağaların neşeli neşeli vıraklamaları bana halimize gülüyorlarmış gibi geldi ama oralı olmadım. Yorgunluktan sırtımdaki çantayı bile çıkarmadan yalağın kenarına kaykıldım. Atilla ekibi aramaya gitti. Gidiş o gidiş. Tam, rehberi de kaybettik başımıza daha neler gelecek diye düşünmeye başlamışken ekibin tepede kamp kurduğu haberi ile Atilla çıkageldi. Yalak başıdaki kaykılıp dinlemeden sonra Beşpınar tepesine tırmanmak ölüm gibi geldi ama tepeye çıktığımızda gördüğüm manzara  -ki siz de yukarıdaki fotografta görüyorsunuz- bizi diriltmeye yetti. Bu dirilmemiz  de esen püfür püfür rüzgarında etkisi vardı tabi. Yalovalı ekip tarafından yakılan ateşin de verdiği enerji ile yarım yamalak bir yemekten sonra yukarıda gördüğünüz fotografların çekimine başladık. Yarım yamalak yemek diyorum. Çünkü; Yalova'dan gereksiz yere alınan bir buçuk kilo soslu tavuk pirzolayı ateşte pişirmeye yorgunluktan kimsenin mecali kalmadığından peynir - ekmek, konserve ve hazır çorba gibi yiyeceklerle yetinildi. Bu arada Güneyköy'lü satıcı kadından aldığım taze sarımsağı unutmayalım... Bir kısmını İstanbul'da bile yedim. Fotograf çekimi sırasında Yalova'lı ekibin ismini hatırlamadığım üyesine tripodunu kullandırdığı için teşekkür ederim. Aslında yukarıdaki fotografları böylesine net görebildiğiniz için siz de "o"na teşekkür etmelisiniz.

Akşam yatarken, "Bu yorguluğun üzerine deliksiz uyurum" diye düşündüm ama hiç de öyle olmadı. Sabah güneşin doğuşu ile uyandığımda millet, iki yanda gördüğünüz fotograftaki gibiydi. Yalova ekibindeki bir kişi hariç herkes mışıl mışıl uyuyordu. Ne demişler; "Fotografçı dediğin erken kalkar."







Lütfü ve Murat İrfan, sabah çorbası kaşıklıyor.

 

Sabah kalvaltısı da akşam yemeğinin kopyası oldu. Ortalık o kadar sessiz ki, benim kahvaltı gürültüme komşu çadırlardaki millet de birer ikişer kalkmaya başladı. Hazır çorbaya kaşık sallarken bir yandan dünden aldığımız soslu tavuk pirzolasını ne yapacağımızı konuşuyorduk. Pişirmezsek kokacaktı. Yemek için erkendi. O zaman pişirip yanımızda götürecektik. Ama küçük bir detay atlanmıştı. Akşamdan kalma ateş vardı ama neyin üzerinde pişirecektik.


Kamp Hatırası.

 


Yenmiyen tavuklar pişiyor. Güven, mıntıka temizliğine

Murat İrfan, kızgın taşların üzerinde pişirmeyi denedi ama rüzgarı hesaba katmadığından tavuk daha pişmeden küllerle kaplanıp kapkara olmuştu. Biz de etleri pişirmeyi bırakıp ev sahiplerine (kurda, kuşa) bıraktık. Saat 10:00 civarı yine düştük yollara!.. Yol diye ağız alışkanlığı söylüyorum, solda gördüğünüz fotograf akşam sekize kadar görebileceğim en iyi yol oldu diyebilirim. Çünkü Atilla'nın çizdiği rota tamamen sırtlardan oluşuyormuş.


Lütfü ve Murat İrfan

Sağ ve soldaki fotografa baktığınızda bunu daha iyi görebilirsiniz. Tırmanışa Saat 10 civarında 800 küsür metre yüksekliğindeki Beşpınar tepesinden başladık ve Şahin tepesi istikametine sırtlardan yürüyerek 900 metrelere gelindi. Sivri sırtlar, rüzgar ve yağmur erozyonu marifetiyle fotograflarda görüldüğü gibi parçalanmış kayalardan oluşan bir zemine sahipti.  Yürüüüü...yürüyebilirsen...Atilla halime acıdı, çadır safrasını benden aldı. Sağdaki fotografta sırt çantasının yanında...Teşekkürler Atilla.


önden arkaya; Atilla, Lütfü, Hayriye, Murat İrfan

Mola verdiğimiz tepeden seyir harikaydı. Soldaki fotografta arkada puslar içinde görülen İznik gölü oluyor. Sağdaki fotograf biraz flu oldu ama benim suçum yok...aptal makina otomatik netlik yaparken saçmalamış. Farkına vardığımda iş işten geçmişti. Daha sonraki fotografları manuel netlik yaparak çektim.

Sağ ve solda çektiğim fotografları yemek molası öncesi verdiğimiz son mola yeri olan tepeden çektim. Fotograf çekmek için mola dışında bir seçeneğim olmuyordu diyebilirim. Hayriye için de öyle. Ve bu durum bir fotografçı olarak beni oldukça germişti diyebilirim. Durumumu bir düşünün; Dandik bir sırt çantasında gereksiz ağırlıklarla benden hayli tecrübeli ve genç yürüyüşçülere ayak


Sigara keyfi


İki fotografçı birden olunca poz verenler havalara girdi.

uydurmaya çalışırken bir yandan da bir yığın güzel fotografı kaçırıyorum. Gel de sinirlenme. Yeni hedefimiz sağdaki fotografta görülen ve sağa kıvrılan yol. Oraya ulaşıp sağa doğru devan ederek yemek molası vereceğimiz su başına varacağız. Ama nasıl? Tepeden aşağı inen patika bir müddet sonra kayboldu ve yerini; zemini gece yürüyüşündeki gibi tuzaklarla dolu, sık ağaçlar aldı. Tek fark gündüz olmasıydı ama eğim 45 dereceden fazla olduğundan her an takla atmaya başlıyabilirsin. Neyse, atlaya zıplaya indik aşağıya. Bacaklarıma yine ağrılar girdi. Atilla'ya "nerede şu mola yeri?" dediğimde, "15 dakika ilerde" yanıtı ayağımdaki bot vurmalarını ve yorgunluğumu biraz unutturdu.


Ordaaa, bir yol var uzakta...


Mola verdiğimiz Kurtköy deresi kenarı

Yemek molası vereceğimiz su başına kadar ki yol, düz ve toprak bir zemindi ama o Atilla'nın 15 dakikası bir türlü bitmiyordu... Sıcakta bastırdı... Botlar ayağıma adeta yapıştı... Atilla'ya hürmetlerimi! sunarak yürümeye devam... Yolun sağındaki Kurtköy deresine kendimi atasım geldi...Tam 45 dakika sonra hürmetlerimi sunduğum Atilla göründü... Atilla'nın sözlü sataşmalarına kulak asmadan sırt çantası atılmak suretiyle çıkarıldı... Botlar sabırsızca ayaktan sökülüp soldaki fotografta görülen Kurtköy deresine sokuldu... Ayaklardan çıkan coooooozzzz sesi Atilla ve tüm ekibe dinletildi... Sağda döküldüğümüz yer...Hiç kalkmadan 2 saat sırt üstü yattım diyebilirim. Dinlendim mi?..Hayıııııır. Atilla'nın yanında görülen yaralı köpeğe kalan yaklaşık yarım kilo peynir ve ekmeğimizi verdikten sonra yola koyulduk. 


Aklım Atilla'nın yanındaki köpekte kaldı. kötü yaralanmıştı.


Hayriye ve Güven son inişte.

Düz yol yerini, bir dere geçişinden sonra yine 45-50 derecelik (yer yer 90 derece bile oluyordu. Veya yorgunluktan bana öyle geliyordu.) eğimli tırmanışa bıraktı. Sağımızda Kurtköy deresi, Sarıkaya'ya tırmanıyoruz da tırmanıyoruz. Dayana dayana çıktığım dal parçası ile elim arasında biyolojik bağ oluştu... Doğa güzel ama bende fotograf çantasını açacak derman kalmadı... Sağdakini nasıl oldu da çekebildim bilmem...Sarıkaya'ya geldik... Ama fotografını çekmeyi düşünmedim bile...ayaklarımı sürüye sürüye yürümeye devam... Dereye karışan yüzlerce pınarın birinde bir mola daha verdik... Daha iki saat yol var dediklerini hayal meyal hatırlıyorum... Sürekli söylenmeye başladım... Kimseyi gözüm görmüyo.


Murat İrfan,(su içen) Lütfü,Hayriye, Güven ve Atilla

 

Dere dik yamacın aşağısında bir yerde ama ağaçlardan görmek mümkün değil. Sadece sesini duyuyoruz... Şu sırt çantamı fırlatıp atsam dereye kadar iner mi acaba?... Aşağı indiğimizde gördüklerime inanamadım... Kurtköylü minibüsçü tamamen tesadüf eseri derenin karşısında bizi bekliyordu... Adamı sarılıp öpesim geldi ama durumu algılamam için Atilla'nın üç kez "Deko, yürüyüş buraya kadar" demesi gerekti. Biraz sonra bastıracak karanlıkta iki saat yürürmek yerine, sağdaki fotografta burnu görünen minibüs ile 15 dakikalık yolculuk ile önce Kurtköy'e, sonra Yalova'ya geldik. Bittiğine hala inanamıyorum. O gece rüyamda sabaha kadar sürekli yürüyordum... Bir daha doğa yürüyüşü yapar mısın derseniz. Hiç düşünmeden Eveeeet derim. Ama Murat İrfan'ın yaptığı bir hazırlıkla değil.

Atilla'ya not: Ekipteki arkadaşların isimlerini yazarsan fotograf altına koyarım


Hayriye dereyi geçerken Murat İrfan(solda) ve Güven bekliyor

Perge

Çeşme/Alaçatı

 

Ana Menü / Fotograf  / Galeriler / Makaleler / Kitap / Geziler
                             DekomostRa

                      memet@dogusfm.com.tr
                           Copyright © Memet Karabulut